
Böyle zamanlarda okunacak kitapların başında gelir ‘Kayıp Zamanın İzinde’. Kitap o kadar uzun ki Proust’un kardeşi şöyle der kitabı bitirdiğinde; ‘ Bunu okuyabilmeleri için insanların ya hasta olmaları ya da bacaklarını kırmaları gerekiyor.’
Vurgulamak istediğim şey Proust’un düşünce şekli. Kitap serisi sıradan, basit şeylerin güzellemesi gibi. Hayatının çoğunu odasında geçirmiş birinin yazdığı, bizi hayatın sıradanlığı ile barıştırmaya adanmış eser, trende kitap okumak, araba sürmek, baharda çiçekleri koklamak, gün ışığındaki değişimleri ve denizi seyretmek gibi günlük hayattaki büyülü şeyleri anlatır. Anı yaşamak, her şeyin farkında olmak ve hissedilen duyguların tasviri daha ne kadar ayrıntılı ( evet bazen biraz sıkıcı) ve etkili belirtilebilir bilmiyorum. Yazara göre mutlu olmanın en kestirme yolu hayata bir sanatçının gözüyle bakarak basit şeylerden haz almayı öğrenmekir. Hayatta sahip olunan ve gözardı edilen şeylere verilen bu değer ona göre sanatın ve sanatçının da temel amacını oluşturur.
Bazı anlarda çok güzel olmasına karşın hayatımızı ıvır zıvır bir şey gibi görme nedenimiz, yargılarımızı alışkanlığımız gereği, hayatın somut yönlerini bırakıp çok farklı ama içinde hayat barındırmayan başka imgeleri, başkalarının hayatlarını düşünerek yani yaşamımızı aşağılayarak oluşturmamızdır.
Sanatçılar işte bu yüzden önemlidir. Onlar bize hayatın aslında ne kadar güzel, karmaşık ve hayranlık verici olduğunu hatırlatarak can sıkıntımızı ve nankörlüğümüzü dağıtırlar. Eserlere bakarken duygularımız tekrar uyanır, genelde fark etmediğimiz binlerce şey dikkatimizi çekmeye başlar. Bir süreliğine biz de onun kadar zeki ve hassas oluruz.
Marcel Proust


Vermeer, Chardin gibi ressamların en mütevazı anları mükemmel bir şekilde detaylandırıp, bizim gözlerimizi dünyaya nasıl açtıklarını, bize dünyayı nasıl sevdirdiklerini anlatır.
Her şeyin, her hangi bir limonun bile güzel olabileceğine, çevremizdekileri takdire, her nesneye doğru değeri vermeye inanır. Hayal gücünün önemine işaret eder.
Arkadaşı Marcel Duplay, Proust’un uyuyamadığı zamanlarda okumaktan en çok hoşlandığı şey bir tren tarifesiydi diyor. O, tarifeyi pratik nedenlerle okumuyordu. Bir tren saati Paris’ten hiç ayrılmamış bir adam için fazla önem taşımıyordu. Tarifeyi daha çok taşra yaşantısını anlatan ilgi çekici bir romanmış gibi okuyordu. Yalnızca tren istasyonlarının adları bile, onun hayal gücü için yeterli malzemeydi. İstasyon adlarından yola çıkarak yaşamlar kuruyor, köylerdeki aile dramlarını, yerel yönetimlerdeki açıkgöz memurları, tarlalardaki yaşantıyı kafasında çizebiliyordu.
Bu karantina ortamında yaşadığımız endişe ve belirsizlikle beraber günlük ve sosyal hayatımızda yaptığımız bir çok şeyin daha bir farkına vardık, sıradan, basit deneyimlerin önemini hissettik. Bundan sonra belki gerçekten hayatlarımızı şimdiye kadar olandan biraz farklı yaşayacağız. Biraz daha yavaşlayacak ve hayatımızı gözden geçireceğiz. Hissettiklerimizin, duygularımızın farkında olmakla beraber düşüncelerimize de düzen vermemiz gerekecek. Sahip olduğumuz sıradan şeylerin farkındalığı ile sanatı hayatımızdaki mutluluğu artırmaya araç olarak kullanmak için Proust’a kulak vermek gerekecek belki de..
Kaynaklar; Swan’ların Tarafı, Marcel Proust, Proust Yaşantımızı Nasıl Değiştirebilir, Alain De Botton, The Life&Work of Marcel Proust, Neville Jason